Ne Güzeldi(r) Diyarbekir Elleri

Eski kadim kentlerin tarihleri ile ilgilenen şahsiyetlerin neredeyse tümünün üzerinde “mutabık” kaldıkları bir konudur ki, “şehir” deyince akla iki nehir arasındaki Mezopotamya, hatta “Yukarı Mezopotamya” gelir. Milattan önce 7000’li yıllara gidinceye kadar bütün eski kale şehirler incelemeye tabi tutulursa, bunların en başında gelen tarihten bu yana bütün sıralı adlarıyla; Amid, Omid, Qalne, Dikranagerd, Amida, Diyarbekir, […]

Ne Güzeldi(r) Diyarbekir Elleri
Ne Güzeldi(r) Diyarbekir Elleri
  • Yayınlanma2 Mayıs 2022 01:14
  • Güncelleme3 Mayıs 2022 16:50

Eski kadim kentlerin tarihleri ile ilgilenen şahsiyetlerin neredeyse tümünün üzerinde “mutabık” kaldıkları bir konudur ki, “şehir” deyince akla iki nehir arasındaki Mezopotamya, hatta “Yukarı Mezopotamya” gelir.

Milattan önce 7000’li yıllara gidinceye kadar bütün eski kale şehirler incelemeye tabi tutulursa, bunların en başında gelen tarihten bu yana bütün sıralı adlarıyla; Amid, Omid, Qalne, Dikranagerd, Amida, Diyarbekir, Amed, Diyarbakır şehridir.

Eski hem de hayli eski Diyarbekir, bugünlere kadar korunup gelen dört kapılı 82 burçlu ve 5,5 kilometre uzunluğundaki surları ve şehir merkezi olarak geçmişi sekizbin yıl çevresiyle ise onikibin yıl öncesine dayanan bir arka plan ile adeta “ben buradayım” der.

Şimdiki surların kalkan balığı görüntüsündeki şekli bundan 1700 yıl evvelki Roma dönemine kadar uzanır.

Bu manada Diyarbekir suriçinin görüntüsünün klasik Roma şehir planı olan kare şekilli ve eski dokuyu ortadan haç şeklinde dörde bölen iki ana caddenin birbirini çapraz olarak kesen tarzda konumlandığını söylemek için sıradan bir eski şehir görüntüsünü anlatan Diyarbekir cep haritasına bakmak ya da modern teknoloji görüntüsü bir drone’dan izlemek yeterlidir.

Bu yönüyle sanki bir “Roma replikasıdır”. Değil mi ki, Roma’nın Tiber nehri ile Kadim Amida’nın Tigre-Tigris’i biribirine adeta nazire yapar.

Bugünkü suriçine baktığımızda 15 mahalle bize görünür.

Bunlar Alipaşa, Abdaldede, Cami Kebir, Cami Nebi, Cevat Paşa, Cemal Yılmaz, Dabanoğlu, Fatih Paşa, Hasırlı, İskender Paşa, Lalebey, Melik Ahmet, Savaş, Süleyman Nazif ve Ziya Gökalp mahallelerdir.

Bugünün ve geçmişin bu 15 mahallesini teker teker anlatmak ve paylaşmak yerine, eski şehri, yine eski sakinlerin yaptığı gibi dörde ayırıp caddelerin birbirlerini kestiği noktalardan mekânsal boyut itibariyle birer paragrafla değinmek belki de en doğrusu…

Dağkapıdan eski Bağdat Caddesi şimdilerin Gazi Caddesi üzerinde yürüdüğünüzde, hemen sağınıza denk düşen, Cami Kebir mahallesidir.

Adını, kentin en eski ibadet merkezi olan ve öncesinde de bir katedral (Mar Toma Katedrali) olarak şehir halkına hizmet eden Ulu Camiden almıştır.

1400 yıldan bu yana cami olarak hizmet gören bir mekânın adıyla anılan, Cami Kebir Mahallesi, genellikle şehrin kalbürüstü ve kent yönetiminde söz sahibi olan kesimlerinin, bir de zaman zaman kentte yaşanan siyasal çekişmelerin özellikle son yüz yıl içinde daha çok sistemle “uyumlu” denebilecek bir çaba içinde olan kesimlerinin yerleşim olarak tercih ettikleri bir yerleşkedir.

Anılan mahallenin en kayda değer sakinlerinin evleri olan Cahit Sıtkı Tarancı ve akrabası Ziya Gökalp gibi şahsiyetlerin evleri, şimdilerde devlet korumasında ve il kültür müdürlüğü yönetiminde müzedir.

Dağkapıdan aşağılara doğru indikçe, Balıkçılarbaşından sonra sağ cenaha düşen ikinci parça, yani şehrin sicilinde “öte mahalle” olarak yer eden Lalebey Mahallesi (doğrusu Lala bey’dir) geçmişte yoğun olarak Süryanilerin yaşadığı mahalledir. Mahallenin en gözde mekânı, Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi doğal olarak en görünür mekânıdır.

Diyarbekirin dünyaca ünlü ipekli puşilerinin, gümüş telkarilerinin sanat erbapları şehrin hemşehrileri olan Süryani sakinleri bu mahallelidir. Süryani Kilisesinin sakinleri şimdilerde parmakla sayılacak kadar sicilden düşmüşse de çan’ın sesi günde iki kez ezan sesine karışmakta.

Lalebey’in kapı komşu mahallesi Ali Paşa’dır.

Şehrin Cami Kebir mahallesindeki “sistemle uyumlu” hemşehrilerinin aksine, “Cemiloğulları, Zazazadeler” gibi “muhalif” diye adlandırılabilecek  eski sakinlerinin de evlerinin olduğu mahalle, bu mahalledir. Şimdilerde bir kent müzesi-hafıza mekânı olarak işlevlendirilen Cemilpaşa Konağı son yüz yılın, hatta biraz daha ötesinin şehre ve şehrin yaşadığı serencamlarına dair taşlarının konuşması mümkün mekanıdır.

Dağkapının sol cenahını değerlendirirken ikiye ayırmak gerek. Biri eski saray bölgesi olan İçkale ya da Saray Kapı bölgesi.

Şehrin anılan bölgesinde kazı çalışmaları süreduran Amida Höyükte sekizbin yıllık bütün hikâyesinin saklı olduğu saray kapı bölgesi şimdilerde daha çok Bingöl ve çevresinden gelenlerin yoğun olarak yaşadığı bir mahalle olsa da; geçmişinde kiliseleri, camileri, surlar üzerindeki kitabeleri ve Diyarbekir kent tarihinin kayıtlarının dibinde saklı olduğuna bilinen ve kısmen kazılarda verileri de ortaya çıkan “Amida höyüğü” ve elbette kadim nehir Dicle’nin en görünür olduğu mahalledir. Kimler, kimler geçmemiştir ki mahallenin şeceresinden! Belki de en ünlülerinden biri, sesi şehrin göğünde salınıp duran Ayşe Şan’dır.

Sol cenahın ikinci parçası olan Balıkçılarbaşından Yenikapıya kadar uzanan sağlı sollu beldenin kaydı ise son birkaç yıl içinde Hendek-Barikat savaşları döneminde hayli tahrip edilip şimdilerde bir bölümünün çehresi kimliksiz ve asla şehre ait olmayan bir fiziki mimariye dönüştürülse de; şehrin en çokkültürlü tarihinin ifadesine mazhar olan bölgedir.

Ermeni ve Keldani kiliseleri ile Cami ve Mescitlerin birbirlerine omuz verdiği ve de birbirlerinin görünüm alanları içinde ortak kadraja düşüp var olduğu bir bölgedir Hançepek, Hasırlı ve diğerleri…

Diyarbakır Suriçinin mahalleleri ve sokakları bazalt dokulu taş mekânları olan Camiler, Kiliseler, Mescitler, eski evler, çeşmeler, hanlar olarak; ayrıca sokağın ve mahallenin parke taşlı yolları ile modern dünyanın beton yığınlı çok katlı yapılarına inat, hâla inadına “ben buradayım, inadına yaşamaya devam ediyorum / edeceğim” diyorlar.

Bunu derken insanının mekânlarıyla hemhal, barışık ruh hâlini de asla unutmadan…