
Ülkemizde olduğu kadar, dünyanın diğer ülkelerinde de, düşünce ve ifade özgürlüğü hep önemli bir konu olmuştur. İnsanlık tarihi bu özgürlüklerin mücadele tarihi de denilebilir. Özellikle, 21. Yüzyılın son çeyreğinde kitle iletişim alanlarında ve teknolojideki önemli gelişmeler söz konusu özgürlüğü kullanım şekilleri farklı dahi olsa önemini daha çok arttırmıştır. Gerçekten, sosyal medyanın yaygınlaşması, dünyayı küçük bir […]
Ülkemizde olduğu kadar, dünyanın diğer ülkelerinde de, düşünce ve ifade özgürlüğü hep önemli bir konu olmuştur. İnsanlık tarihi bu özgürlüklerin mücadele tarihi de denilebilir. Özellikle, 21. Yüzyılın son çeyreğinde kitle iletişim alanlarında ve teknolojideki önemli gelişmeler söz konusu özgürlüğü kullanım şekilleri farklı dahi olsa önemini daha çok arttırmıştır. Gerçekten, sosyal medyanın yaygınlaşması, dünyayı küçük bir köy haline getirmiştir. Hatta, dünya bir tuş uzaklığındadır. Bu anlamda yazılı olduğu kadar görsel-işitsel medya alanında da düşünce ve ifade özgürlüğü ve bu bağlamda basın özgürlüğü önemini korumaktadır. Düşünce ve ifade özgürlüğünün bir uzantısı durumundaki basın özgürlüğü ve görsel-işitsel iletişim özgürlüğü alanında çok farklı sorunlar mevcut olmakla birlikte, basın özgürlüğü ile kişilik hakları arasındaki çatışma durumunda hangisine üstünlük tanınacağı konusu da önemini korumaktadır. Gerçekten, basın özgürlüğü ile birlikte kişisel hakların (değerlerin) çatıştığı durumlarda nasıl bir yol izleneceği, çıkan hukuki uyuşmazlıklarda nasıl bir karar verileceği her somut durumda farklı değerlendirilmesi gerekli ise de, bu yönde yapılacak değerlendirmelerde temel bir takım kriterlerin bulunması da zorunludur. Basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O an için o olay veya konu ile ilgili olan, görünen bilinen her şeyi araştırmak, incelemek ve olayları olduğu biçimi ile yayınlamalıdır. Bu işlevi ile gerek yazılı ve gerekse görsel basın, somut gerçeği değil, o anda belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olguları yayınlamalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan, gerçek olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır. Bunların yanında, düşünce hürriyeti birçok uluslararası belgede ve Anayasamızda temel hak ve hürriyetlerden kabul edilip, koruma altına alınmıştır. Bu bağlamda, Anayasanın 25. ve 26. maddelerinin yanında 90. maddesinin son fıkrası gereğince iç hukukumuzun bir parçası sayılan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9. ve 10. maddeleri de önem taşımaktadır. Düşüncenin açıklanması ve yayılması bireysel olarak yapılabileceği gibi (sözlü veya yazılı) toplu halde de olabilir. Düşüncenin yazılı basın, radyo, televizyon, internet, sinema ve benzeri kitle iletişim araçları ile de açıklanması mümkündür. Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği üzere (İlhan Cihaner Başvurusu (2) Başvuru Numarası: 2013/5574 § 56) ; Basın özgürlüğü, gazete, dergi, kitap gibi araçlar ile düşünce ve kanaatleri açıklama, yorumlama, bilgi, haber ve eleştirilerin yayın ve dağıtım haklarını kapsar. (bkz. AYM, E.1996/70, K.1997/53, K.T. 5/6/1997) Anayasa’nın 26. maddesinde düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiştir ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir ( § 52; B.No: 2013/2602, 23/1/2014, § 43)
Avrupa insan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10.maddesinde garanti altına alınan düşünceyi açıklama özgürlüğünün demokratik toplumlardaki önemini bu konuya ilişkin davaların hemen hepsinde açık ve net bir biçimde vurgulamaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince, fertlere fikirlerini açıklama imkân verilmesini, kişilerin ve toplumun ilerlemesinin temel şartı olarak değerlendirilmektedir. (Başvuru Numarası: 2012/1184 §32) Düşünceyi açıklama özgürlüğü konusunda devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı; pozitif yükümlülük kapsamında ise düşünceyi açıklama özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B.No:23144/93, 16/3/2000, §43).Düşünce özgürlüğü, insanın bilgi kaynaklarına özgürce ulaşarak serbestçe fikir edinebilme, edindiği
fikir ve kanaatlerinden ötürü kınanmama ve bu edindiği fikirleri meşru yollardan faydalanarak açıklayabilme imkan ve serbestliğidir. Ancak ülke ve ulus bütünlüğünü bozucu eylemlere karsı gerekli önlemleri almak Devlete, Anayasa ile verilmiş bir görev niteliğindedir. Alınacak önlemlerin, amaçla orantılı olmak koşuluyla düşünce ve anlatım özgürlüğünün normal sınırlaması sayılacağı Anayasanın 14. ve 26. Maddelerinde açıkça vurgulanmıştır. Anayasamızın 26/2. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10/2. maddesine koşut olarak, bu hürriyetlerin kullanılması (düşünme ve düşüncenin açıklanması) milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği. Cumhuriyetin temel nitelikleri ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezaIandırıIması,devIet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir denmek suretiyle, ifade özgürlüğü ile diğer değerler arasında bir denge kurmaya çalışmıştır. Yine, Anayasamızın 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplerle bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği; bu sınırlamaların, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkelerine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasanın 13. maddesi hükmü karsısında bir temel hak ve hürriyetin sınırlanmasına ilişkin Anayasa hükmünün yorumunda ve buna bağlı olarak yapılacak yasal düzenlemelerde demokratik toplum düzenine ve laik cumhuriyet gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı davranılmaması zorunlu bulunmaktadır. Bunun yanında, Anayasada ilgili maddede öngörülen sınırlama sebeplerinin genis yorumlanmaya müsait olmayan “istisna” niteIiğinde olduğu da göz ardı edilmemelidir.
Basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28. maddesinde ve 5187 sayılı Basın Yasası’nın 1. ve 3.maddeIerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemede basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin nedeni; toplumun sağlıklı, mutlu vegüven içinde yasayabilmesi içindir. Bunun için de kişinin, dünyada ve özellikle içinde yasadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması gerekmektedir. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, tîğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bu nedenle basının yayın yaparken, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi,genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. Yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluğu bu farklılıklar gözetilerek belirlenmelidir. Bu nedenle basının ayrı bir konumu bulunmaktadır. Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümünde yer alan gerekse MK’nun 24 ve 25.maddelerinde ve özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerekecektir. Bu nedenle basının yayın yaparken, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. Yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluğu bu farklılıklar gözetilerek belirlenmelidir. Bu nedenle basının ayrı bir konumu bulunmaktadır. Basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermesi gerek Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümünde yer alan gerekse MK’nun 24 ve 25. maddelerinde ve özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerekecektir. Açıklanan bu yasal düzenlemelerden ve yargısal uygulamalardan da anlaşılacağı gibi, basının özgürlüğü ile kişilerin, kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda somut olaydaki olgular itibariyle koruma altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerekecektir. Bunun için temel ölçü, “kamu yararı”dır. Yayın, salt toplumun yararı gözetilerek yapılmış olmalıdır. Toplumun çıkarı dışında hiçbir kişisel çıkar, gerçeklerin
yanlış olarak sunulmasına neden olmamalıdır. Haber olduğu biçimi ile verilmeli ve kişisel katkı yer almamalıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basının bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, yayında kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli ve haber verilirken özle biçim arasındaki denge de korunmalıdır. Bu ilke ve kurallar gözetilmeden yapılan yayın hukuka aykırılığı oluşturur ve böylece kişilik hakları saldırıya uğramış olur. Anılan ilke ve kurallara uyulması durumunda ise, yayının Anayasa, Basın Yasası ve basının genel işlevi karşısında hukuka uygun olduğu, kişilik değerlerine saldırı teşkil etmediği kabul edilmelidir. Bu ilkelerle birlikte basın özgürlüğünün ve kişilik haklarına saldırı kurumlarının yorumlanmasında yasal düzenleme ve Yargıtay içtihatları ile birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında yer alan değerlendirmelerin ve evrensel hukuk kurallarının gözetilmesinde hukuki zorunluluk vardır. Ayrıca somut davada olduğu gibi yazılı bir metinde yer alan ifadelerin kişilik haklarına saldırı niteliği taşıyıp taşımadığının tespitinde metnin bir kısmında değil, tamamında yer alan ve ifade edilmeye çalışılan genel düşünce açıklamasının yorumlanması gerekecektir. Yapılacak değerlendirmelerde öncelikle bu hususa dikkat etmek gerekmektedir. Zaten, gerek ulusal ve gerekse uluslararası yargısal içtihatlarda bu hususta tereddüt bulunmamaktadır. İnsanlığın bireysel ve kollektif olarak gelişiminin temel dinamiğine düşünce özgürlüğü oluşturmaktadır.AİHM’de vermiş olduğu muhtelif kararlarında düşünceye özgürlük tanınmasının demokratik bir toplumun esaslı temeli ilerlemesinin ve her bireyin özgürleşmesinin birincil koşulu olduğunu belirtmiştir. Düşünce özgürlüğünün bir boyutu da basın özgürlüğüdür. Anayasa Mahkemesinin basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü ile ilgili vermiş olduğu kararlarda da belirtildiği gibi, (Başvuru Numarası: 2015/11961 § 40) ; Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa’nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu daha önce pek çok kez ifade etmiştir (Mehmet Ali Aydın, § 69; Bekir Coşkun, §§ 34-36). Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ve bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63). Anayasa Mahkemesi aynı kararda ifade özgürlüğü ile ilgili olarak ( (Başvuru Numarası: 2015/11961§ 41) verdiği kararda; Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrası, ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirmemiştir. İfade özgürlüğü; siyasi, sanatsal, akademik veya ticari düşünce ve kanaat açıklamaları gibi her türlü ifadeyi kapsamına almaktadır (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 37; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 40). Bu itibarla bir gazetede yer alan köşe yazısında yer alan bilgiler başkaları açısından “değersiz” veya “yararsız” görülse bile kişilerin subjektif değerlendirmelerinden bağımsız olarak ifade özgürlüğünün korumasındadır.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10.maddesi ve AİHM nin içtihatlarına göre halkı bilgilendirmek için sadece basın özgürlüğünün varlığını değil aynı zamanda halkın doğru olarak bilgilendirilme hakkını da güvence altına aldığı görülmektedir. Basının kamuoyunu ilgilendiren konularda bilgi verme aydınlatma görevinin olduğu, bu görevi yerine getirirken bilgi edinme yayma eleştirme, yorumlama haklarını kullanacağı AİHS nin 10. ve Anayasanın 28. ve 5187 sayılı Basın Kanununun 3.maddesindeki düzenlemelerde güvence altına alma bu hakların kullanılmasının hukuka uygun olduğu düzenlenmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10/1.maddesine göre; “Herkes, ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir
izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ifade özgürlüğünün “toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun asıl temellerinden birini” oluşturduğuna sıklıkla dikkat çekmektedir. AİHM’e göre; “İfade özgürlüğü, 10. maddenin 2. fıkrasına bağlı olarak, yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen bilgi veya düşünceler için değil, aynı zamanda devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz.” (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).Bu bakımdan, basının bu rolünü etkileyen ve halkın bilgi edinme hakkını kısıtlayan önlemler için çok güçlü gerekçeler ileri sürülmelidir (Oberschlick / Avusturya (no. 1), A Serisi no. 204).Avrupa insan Hakları Mahkemesi benzer dosyalarda; basının demokratik bir toplumda temel bir işlevi yerine getirdiği, basın özgürlüğünün aynı zamanda bir ölçüde abartmayı ve hatta provokatif olmayı kapsadığı, eleştirilerin olguları değer yargılarından ayırt etmek gerektiği, kuvvetli eleştirilerin yazarın siyasi görüşü ve algısından yansıdığı bir hiciv üslubu içinde ifade edildiği, yalnızca zararsız ve lehte değil aynı zamanda kırıcı, şoke eden, bilgi ve düşüncelerinde uygulanması gerektiği, bunların demokratik toplumun vazgeçilmezleri olan çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin gereği olduğu belirtilmiştir. Aynı şekilde, AİHM, “halkın gözcüsü” rolünün bir parçası olarak, medyanın, “başvurandan başka kişilerin ortaya attığı ‘hikaye’ veya ‘söylenti’ veya ‘kamunun düşüncesini”’ tamamen asılsız olmamaları durumunda bildirmesine müsaade edilmesi gerektiğini hatırlatır (Thorgeir Thorgeirson / İzlanda, A Serisi no. 239). Ayrıca,Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2013/13805E.2013/19622K.11.12.2012 tarihli ve 2011/3167E.2012/5914 09.04.2012 Kararlarında; “önemli görevlerde bulunan kişilerin görevleri sebebiyle ağır eleştiri ve ithamlara katlanması gerektiğini” belirtmiştir. “özellikle kamu idarelerini ve idarecilerini eleştirmek basının hakkıdır. eleştiri sert, kırıcı, kişiyi küçük düşürücü olabilir. basında yayınlanan haber ve eleştiri objektif oldukça doğru vakalara dayandıkça doğru bir amaca yönelik bulundukça, şeref ve haysiyeti rencide etse bile sorumluluk söz konusu edilemez. çünkü, bu halde hukuka aykırılık ortadan kalkmaktadır.” (Yarg.4.HD.31.10.1978-11402/12234) Benzer şekilde, Anayasa Mahkemesi kararlarında da bu hususlara yer verilmiştir. Gerçekten, bir kararında ( Başvuru Numarası: 2015/11961 § 45)belirtildiği gibi; Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda basının uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), § 44). Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemekle ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, § 44).Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. (B. No: 2013/5574 § 42; B.No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33) Başka bir deyişle kişisel itibarının korunması hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının koruması altındadır ve şeref ve itibarı etkileyen sözel saldırılar veya basın ve yayın yolu ile yapılan yayınlara karşı bireyin korunmaması halinde Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir. Ancak, Anayasa Mahkemesi siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduğunu ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman vurgulamıştır (Siyasetçilerle ilgili olarak bkz. Ergün Poyraz (2), §
58; kamusal yetki kullanan görevlilerle ilgili olarak bkz. Nilgün Halloran, § 45; tanınan bir Cumhuriyet başsavcısı ile ilgili olarak bkz. İlhan Cihaner (2), § 82; tanınan ve siyasete hazırlanan bir kamu görevlisi ile ilgili olarak bkz. Önder Balıkçı, § 42). Basın yayın organlarının görevi halkı bilgilendirmek, enformasyon,haIk adına eleştiri, denetim ve haber vermek olup, bu yüzden gerek uluslararası sözleşmeler ve mahkeme kararları, gerekse ulusal mevzuat düşünce ve ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası niteliğindeki,”Basın Özgürlüğü”nü güvence altına almıştır. Anayasa Mahkemesinin çatışan iki temel hak ve özgürlük (basın özgürlüğü- kişisel değerler) bağlamında özellikle (B.No: 2015/11961§40-41 )’na yönelik verdiği kararda basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve basın ödev ve sorumlulukları ile ilgili tespitler yaptıktan sonra, müdahale edilen ifade özgürlüğü ile başvurucunun konuşmasındaki iddialar ve ifadeler nedeniyle davacının müdahale edilen şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirdiğini ( (B.No: 2015/11961§46 ; Nilgün Halloran, § 27; İlhan Cihaner (2), § 49) ve bu değerlendirmenin soyut bir değerlendirme olmadığını belirterek “çatışan haklar arasında dengeleme” açısından bazı kriterler tespit etmiştir. Ancak, bu kriterlerin sınırlı sayıda olmadığı, farklı olaylarda başka kriterlerin de söz konusu olabileceği açıktır.
Anayasa Mahkemesi kararında bu kriterlerin bazıları şu şekildedir;
1- Yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, 2- Toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı, 3- Haber veya makalenin yayımlanma şartları, 4- Haber veya makalenin konusu, bunlarda kullanılan ifadelerin türü, yayının içeriği, şekli ve sonuçları, 5- Habere yönelik kısıtlamaların niteliği ve kapsamı, 6- Haberde yer alan ifadelerin kim tarafından dile getirildiği, 7- Hedef alınan kişinin kim olduğu, ünlülük derecesi ile ilgili kişinin önceki davranışları, 8- Kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığı. Bu bağlamda, (B.No: 2015/11961 §48) Anayasa Mahkemesi başvurunun koşullarına göre bazıları yukarıda sayılan kriterlerin gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğini denetleyeceği, (Nilgün Halloran, § 41; Ergün Poyraz (2), § 56; Kadir Sağdıç, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73) bunun için, başvurucu tarafından yazılan yazının -yayımlandığı bağlamdan kopartılmaksızın- olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerektiğini açıkça ifade etmiştir. (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45) Ayrıca, yine Anayasa Mahkemesi kararında ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin gerekçesinin de önemli olduğunu (B.No: 2015/11961 §49) bu çerçevede, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel eksenin, derece mahkemelerinin müdahaleye neden olan kararlarında dayandıkları gerekçelerin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik toplum düzeninin gerekleri”ne ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığının olacağı (Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan § 56; Ahmet Temiz (6), B. No: 2014/10213, 1/2/2017, § 36), ifade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa’nın 26. maddesini ihlal edeceği açık bir şekilde ifade etmiştir. Sonuç olarak, düşünce ve düşünceyi ifade özgürlüğünün bir uzantısı durumundaki basın özgürlüğü ile kişilik haklarının çakıştığı durumlarda hangisine üstünlük tanınacağı, bu bağlamda hukuki ve cezai sorumluluk kapsamına giren uyuşmazlıklarda nasıl bir değerlendirme ve karar verileceği önemli bir konu olup, ulusal ve uluslararası mahkeme kararlarında sürekli olarak tartışma konusu olmaktadır. Bu konu ile ilgili kesin değer yargılarına varmak mümkün olmadığı gibi, her somut olayda farklı sonuçlara ulaşma potansiyeli de mevcuttur. Ancak, Anayasa Mahkemesinin koymuş olduğu ve geliştirdiği bir takım kriterlerin önemli olduğunun da altını çizmek gerekmektedir. Basına tanınan bu üstünlük, bir “ayrıcalık” değil, düşünce ve ifade özgürlüğünün bir uzantısı durumundaki basın özgürlüğünün fonksiyonunu yerine getirebilmesi için bir “zorunluluk”tur.
Emek Partisi’nden GGC’ye ZiyaretMayıs 3, 202406:23 “3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü Kutlu Olsun”Mayıs 3, 202406:23 GGC’de Görev Dağılımı YapıldıNisan 30, 202406:20 GGC Yönetimi güven tazelediNisan 27, 202406:18 Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti’nde Medyada Etik ve Etik Denetimi Atölyesi düzenlendiNisan 19, 202406:17 GGC GENEL KURUL ÇAĞRISINisan 4, 202406:16